TEKNİK MAKALELER

DÜNYA SU YÖNETİMİ VE SU EĞİTİMİ

DÜNYA SU YÖNETİMİ VE SU EĞİTİMİ / WORLD WATER

MANAGEMENT AND WATER EDUCATION

 

Rüştü ILGAR,

Çanakkale Onsekiz Mart Universty-TURKEY

ÖZET

 

Su kullanımında ortaya çıkan iki önemli unsur suyun miktarı ve kalitesidir. Yeryüzünde ve canlı yaşamazında suyun çok önemli bir yeri vardır. Dünyada insanların kullanması için ancak 350.000 km³ tatlı satıh suyu, 150.000 km³ yeraltı suyu ve 13.000 km³ atmosfer suyu mevcuttur. Bu sebeple dünyanın bazı bölerlerinde hatta son zamanlarda kendini hissettirmeye başlayan iklim değişikliğinden kaynaklanan havzalardaki yağış ve dolayısıyla su rejiminin değişmesi, yanlış kullanım ve artan nüfusun etkisiyle çoğu bölgede su sıkıntısı yaşanmaktadır.

Dünyada tarımsal uygulamalar, endüstri faaliyetleri, artan yaşam standartları. Su sorununun en önemli nedenlerinden tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerinin gelişmesi ve yaşam standartlarının yükselmesinden kaynaklanan su kullanımına olan taleb artmaktadır. Talep artışı yanında, kirlilik sonucu su niteliğindeki (kalitesindeki) bozulmalar ve miktarda beklenenin dışında dönemsel azalmalar, kısıt oluşumunun diğer mekanizmalarıdır. Su sıkıntısının önüne geçilebilmesi için bir taraftan kullanılabilir su potansiyelinin kirlilik önleme çalışmaları yapılmalı, teknolojik ve tasarruf yöntemleri artırılmalı, diğer taraftan

talebi düşürücü eğitim politikalarına ağırlık verilmelidir.

Anahtar sözcükler: su, suyun özelikleri, tasarruf, su eğitimi

ABSTRACT: The two main elements on water usage are the quality and total condition of water. There is a significant importance of water on living and earth. There is only 350.000 km³water to human usage, 150.000 km³ underground water and 13.000km³ atmosphere water; for that reason, there occurs a difficulty on finding water in many areas just because of the wrong usage of water, raising population and the change on climate which makes a difference on the rain average on basins. This fact makes the problem essential especially in the areas in

world where there is an action on the population and industry. One of the fundamental reasons of water issue is the raising development in agricultural and industrial activities and the raise of water demand coming from the improvement on life quality. As well as the rising demand, other parts of this problem are the corruption upon water quality as a result of the pollution and also the unforeseeable periodic increases on water quantity. In order to obviate the water

problem, there should be done some study to prevent the pollution of usable water, technological and disposing methods should be increased, on another aspect, education policies on decreasing water demand should be emphasized.

Keywords: Water, the importance of water, saving, water education

 

1.GİRİŞ

Yaşamda canlı başına ortalama suyun insanlar, hayvanlar ve bitkiler için yaşamsal önemi oldukça önemlidir. Bu ihtiyaç canlı bedenin biyolojik ve fiziki yapısına göre değişir. Canlılar gibi canlıları barındıran atmosferdeki döngü için de suyun önemi çok fazladır. Suyun miktarı gibi kalitesi de çok önemli bir husustur.

Kullanılabilecek tatlı su miktarı, toplam suların ancak % 3,5’i kadardır. Bu tatlı suyun da yarıya yakını % 49,7 si buzullarda katı olarak tutulmaktadır. Bu buzları da kullanmak doğal denge açısından imkânsızdır. Geriye % 1.76 sı kullanılabilecek sudur. Su kaynaklarının yeryüzünde dağılımı da eşti değildir.

Çoğu bölgede su sıkıntısı yaşanmaktadır. Türkiye'de eşit bir dağılım olmadığı söylenebilir. Eşit olmayan dağılım ile birlikte, suya olan ihtiyacın artması ve iklim değişikliği nedeniyle havzalardaki yağış ve dolayısıyla su rejiminin değişmesi Türkiye'nin bazı bölgelerinde su sorunlarının yaşanmasına neden olmaktadır.

Bunun yanı sıra bazı kaynakların (örneğin yeraltı suyu) kullanımının kontrolündeki eksiklikler veya kaçaklar, kayıplar ve verimsiz kullanım gibi hususlar da su miktarının kısıtlı hale gelmesine neden olan diğer etkenlerdir. Bu sorunun ortaya çıkmasının en önde gelen nedeni, gelişme süreçlerinin planlamasında suya olan ihtiyacın yeterince incelenip, irdelenmemiş olmasıdır.

1.1.Suyun Önemi ve Özellikleri

Hayatta kalma mücadelesinde su kadar önemli başka bir şey yoktur. Vücudumuzun % 70 sudur. Bir insan düzenli ve minimum miktarda su almaz ise, o insanın hızlı ve verimli olmasını bekleyemezsiniz. Bir insanın iklime, doğadaki aktivitesine ve ortam ısısına bağlı olarak minimum her gün 2,5 lt su içmesi gerekmektedir. İçtiğimiz su dışkı, idrar, vücuttan ve akciğerlerden çıkan nem sonucu kaybedilmektedir. Bu miktar her gün tekrar tamamlanmak zorundadır.

Yemek yemeden bitkin vaziyette 30 gün dayanabilirsiniz ama su içmeden (bu süre ortama bağlı olarak) 7–10 gün dayanabilirsiniz. Bu süre sonunda ölüm kaçınılmazdır. Aşağıda sıralanan önerileri su temin edinceye kadar (vücudumuzda mevcut suyu korumak için) uygulamalısınız.

Tüm canlıların yapısal özelliklerine bağlı olarak (boy, yaş, kütle vb) değişmekle birlikte bedenlerinin % 65-75’i sudan oluşmaktadır. En kuru görünüşlü canlı bitki kısımlarının bile %50’sinden fazlası sudur. Bitkilerde ortalama su oranı % 60 (odun dokusu) ile %80 (yapraklar) arasında değişir. Ama bu oran çok olgun meyvelerde (domates, üzüm) %95'i bulurken, yağlı tohumlarda (yerfıstığı) %5'e kadar düşer. Su bitkisel ve hayvansal hücrelerin hayatı için önemli bir maddedir ve dokularda su oranının %20’ye düşmesi genellikle dokuların ölmesi gerçekleşir. Kanın %90’ından fazlası, kasların ise %80’inden fazlası sudur.

Yaşamda canlı başına ortalama suyun insanlar, hayvanlar ve bitkiler için yaşamsal önemi oldukça önemlidir. Bu ihtiyaç canlı bedenin biyolojik ve fiziki yapısına göre değişir. Örneğin; Ilıman iklimde insan vücudu günde yaklaşık 3,5 litre suya gereksinim duyar. Bitkilerin ve hayvanların suya gereksinimi biyolojik türleri ve coğrafi mekâna göre değişir. Bir Nilüfer çiçeği ile kaktüsün ya da bir kuzgun ile devenin su talepleri değişkendir. Örneğin yapraklı büyük bir ağacın gereksinimi 100 litreyi bulmaktadır. Genel olarak normal standartlarda yetişkin bir insan günde ortalama 2300 mL su alır. Bu suyun hemen yarısı içme suyu ve sıvı besinlerle, diğer yarısını katı besinlerle karşılar.

Su, sıcaklığın düzenlenmesinde çok önemli bir rol oynar. Derinin nemlenmesinde, toksinlerin atılmasında ve vücudun temizlenmesinde temel bir görev üstlenir. Böbreklerin çalışmasını kolaylaştırır. Çözücü rolüyle vitaminleri ve mineralleri hem taşır, hem de vücutta çözülmesini sağlar. Kayganlaştırıcı bir madde olması nedeniyle birçok organın gerektiği gibi çalışmasını sağlar.

1.2.Suyun Fiziksel Özellikleri

Suyun fizyolojik özellikleri Su bitkisel ve hayvansal hücrelerin hayatı için önemli bir maddedir ve dokularda su oranının % 20 ye düşmesi genellikle dokuların ölmesine sebep olur. Bir içme suyunda 100 CC de sıfır koli olmalı tat koku bulanıklık, tortu, mikrop, olmamalıdır (Gürpınar 1998). Su hidrojen ve oksijenden oluşan, oda sıcaklığında sıvı durumda bulunan, renksiz, kokusuz, tatsız bir maddedir. Su yeryüzünde üç fiziksel durumda bulunan tek maddedir. Katı (buz), sıvı (su), gaz (su buharı). Ancak su +4 ˚C ye kadar bütün cisimlerin tersine ısıtıldıkça büzüşür, soğutuldukça da genleşir. (Don olayında bitkilerin ölmesi aslında bitki öz suyunun buz haline geçmesi bitkinin kılcal damarlarını çatlatıp iç kanamayla ölmesine yol açar.) Su kütleleri soğuğa maruz kaldığında yüzey sularının +4 ˚C a

kadar soğuduktan sonra yoğunluğu nedeniyle dibe çökmesi gerçekleşir. Üste daha sıcak su çıkar. Bu nedenle donma olayı ancak bütün suyun +4 dereceye kadar soğuması ile gerçekleşir. Suyun donması ise yüzeyden itibaren başlar. Böylece alt tabakalar donmaktan korunmuş olur. Suyun atmosferden aldığı O2’ yi alt katlara kadar su sirkülâsyonu ile itmesi burada yaşam olmasına olanak sağlar.

1.3. Suyun Kimyasal Özellikleri

Elementlerin büyük bir ısı çıkararak birleşmesinden meydana gelen su gözle ve elle tutulur bir maddedir. Ancak, elementlerden biri veya diğeri ile birleşen maddeler etkisiyle ayrışabilir.

1.4.Suyun Doğal Hali

Deniz, akarsular ve barajlarda buharlaşma meydana geliri, yoğunlaşan buhar bulutları oluşturarak yeryüzüne indiği zaman sel suları veya topraktan süzülen suları meydana getirir. Bu içeri giren sular kayaların suda çözünen maddelerini ergitir ve maden sularına dönüştürebilir. Özellikle bileşimlerinde kalsiyum karbonat ve kalsiyum sülfat bulunanlar ve ergittiği tuzların oranına göre (0,6 gr. Tuz) yumuşak ve sert sular ismini alır. Yağmur suyu bunarlın içinde en saf olanıdır. Hemen hemen hiç ergimiş tuz taşımaz (Meydan Larousse 1985).

Suda bulunması gereken nitelikleri şöyle sıralayabiliriz:

Su; kokusuz, renksiz, berrak ve içimi hoş olmalıdır.

— Sularda fenoller, yağlar gibi suya kötü koku ve tat veren maddeler bulunmamalıdır.

Su tortusuz ve renksiz olmalıdır.

Su; hastalık yapan mikroorganizma ihtiva ermemelidir.

—Suda bulunan vibrio cholera, salmonella typhi, hepatit virüsü gibi mikroorganizmalar sudan geçerek hastalığa sebep olurlar. İçme sularının kesinlikle bakteriyolojik kirlilik taşımaması gerekir.

— Suda sağlığa zararlı kimyasal maddeler bulunmamalıdır. Bazı kimyasal maddeler zehirli etki yapabilir. Arsenik, kadmiyum, krom, kurşun, civa gibi... Bunun yanında baryum, nitrat, florür, radyoaktif maddeler, amonyum, klorür gibi maddeler sınır değerlerinin üzerinde sağlığa olumsuz etkileri olan maddelerdir. Aynı zamanda bazıları suya kirli suların karıştığının göstergesidir.

— Sular kullanma maksatlarına uygun olmalıdır.

— İçme suyu ve sanayide, kullanma sularında demir, manganez ve sertlik değerleri önemlilik arz eder.

— Sular agresif olmalıdır.

— Suların agresifliği, serbest karbondioksit (CO2) ile bikarbonat (HCO3) iyonunun dengede olmasından ileri gelir. Suların agresifliği boruların korozyonuna sebebiyet verir. Ayrıca boruların aşınması halinde borudan ayrılan elementler su kalitesinin bozulmasına sebep olur. Doğada su akarsulara dökülen atıklarla kirlense ve okyanuslarda tuzlu su haline gelse de, buharlaşıp atmosfere karıştığında yine temizleniyor ve tatlı suya dönüşüyor. Ancak yağmur suyu dahi kimyasal yönden saf değildir. Havadaki gazlar ve özellikle yoğun nüfuslu yerlerde kömürle birlikte açığa çıkan sülfirik asidi de bünyesine almaktadır. Doğada mutlak saf su yoktur ve sudaki tüm yabancı kimyasalların arındırılması laboratuarlar için dahi zorlu bir işlemdir.

Doğada sular, kaynaklarına göre klasik olarak 4 sınıfta incelenir:

Meteor suları (yağmur ve kar suları): Mevcut sular içinde en saf olanıdır, bununla beraber havada bulunan bütün gazları içerdiği gibi, bazı anorganik ve organik maddeler de bulunabilir.

Yeraltı ve kaynak suları: Bulunduğu ve geçtiği toprak tabakalarını çözmesi sonucunda, tabakaların cinsine göre, çözünmüş maddeleri içerir.

Yeryüzü suları (nehir, göl, baraj ve deniz suları): Yüzeylerinin açık olması

sebebiyle özellikle organik yapıdaki yabancı maddeleri almaya yatkındır. Buna karşılık hava ile temas halinde olduğundan karbonat sertliği azdır.

Maden (mineral) suları: Doğal sulara oranla çözünmüş madde miktarı belirli bir sınırı aşmış veya sıcaklık ve radyoaktivitesi doğal sınırı geçmiş olan sulardır.

(National Geographic 2007)

2. Yeryüzünde Su Potansiyeli ve Dağılımı

Dünyadaki toplam su miktarı 1 milyar 400 milyon km3 olup yerkürenin dörtte üçünü kaplamaktadır. Ancak, bu miktarın tamamına ulaşılabilmesi ve kullanılabilmesi teknik ve ekonomik yönlerden mümkün değildir. Çünkü suları% 97,5’i deniz ve okyanuslarda tuzlu su olarak bulunmakta olup, sadece % 2,5’lik kısmı tatlı sudur. (Shiklomanov ve Rodda, 2003) olarak karşımıza çıkmakta, kullanılabilecek tatlı su miktarı, toplam suların ancak % 3,5’i kadardır. Bu tatlı suyunda yarıya yakını % 49,7 si buzullarda katı olarak tutulmaktadır. Bu buzları da kullanmak doğal denge açısından imkânsızdır.

Geriye % 1.76 sı kullanılabilecek sudur. Bu kalan suyun % 97’sini, “Aküfer” adı verilen yeraltı boşluklarında depolanan sular oluşturmaktadır (Sampat, P. 2001). Su kaynaklarının yeryüzünde dağılımı ise oldukça dengesizdir. Dünya’nın bir bölümü yoğun yağışlar bir bölümü yağışların az oluşundan ve aşırı sıcaklıktan olumsuz yönden etkilenir. Bir bölgenin su açısından zengin olup olmadığı kısmen, nüfusuna oranla ne kadar küresel kaynak sahibi olduğuna bağlıdır. Örneğin Kanada, kişi başına 92.000 m3’ten fazla su ile su zenginliği açısından ilk sıralarda yer alıyor. İbrenin su yoksulu diğer ucunda ise kişi başına 138 m3 suyla Ürdün, 124 m3’le İsrail ve çok minimal değerle Kuveyt bulunmaktadır. Güney Amerika’nın % 30’u, Avrupa’nın % 33’ü, Asya’nın % 60’ı, Afrika’nın büyük bölümü, Avustralya’nın hemen hemen tümü ve Amerika’nın kuzeybatısı az yağış alan yerlerdir. Sadece altı ülke, yani Brezilya, Rusya, Kanada, Endonezya, Çin ve Kolombiya, dünyanın 40.700 kilometreküplük toplam yenilenebilir tatlı su kaynaklarının yarısını (yalnızca nehir ve yer altı suları dahil, buharlaşma ve bitkilerin gözeneklerindeki su hariç) barındırmaktadır. Su yoksulu bölgelerin nehirlere ve akiferlere yönelik talebi, su zengini ülkelere oranla daha fazladır. Çünkü kurak iklimlerde, ürün yetiştirmek için daha fazla su tüketimi gerekir. Mısır’da kişi başına düşen su tüketimi Rusya’dakinin hemen hemen iki katıdır. Rusya’daki ekili alanların yalnızca % 4’ünde sulama gerekirken, Mısır’dakilerin tamamında sulama gerekli olmaktadır. Oysa ABD’deki ekili alanların yalnızca % 11’inin sulama gerektirmesine karşın, kişi başına düşen su tüketiminde bu ülke dünyanın ilk sıralarında yer alması da düşündürücüdür (Postel ve Vickers 2004).

Bir ülkenin su zengini olabilmesi için kişi başına düşen yıllık ortalama su miktarının en az 10.000 m³ olması gerekirken, bu miktar Türkiye’de kişi başına 1.735 m3 dür. Bu da bilinenin aksine Türkiye’nin su zengini olmadığını gözler önüne seriyor. Yaşam koşullarındaki iyileşmeler de su tüketimini arttırmaktadır. Kentlerde ve kırsal alanda içme ve kullanma suyu (temizlik, yemek pişirme, vb.) olarak tüketilen su miktarı genel su tüketiminde % 10 paya sahiptir. (Postel 1993) Ancak bu miktar, ülkelere göre çok değişmektedir. Örneğin Avrupalı için günlük su tüketimi (kullanma, endüstri ve tarımsa üretimden payına düşen miktar, vb.) yılda kişi başına 620 litredir. Türkiye’de bu miktar 90–136 litredir.

Yeryüzündeki bir kilogram kâğıt elde etmek için 700 kilo, bir ton çelik için ise 280 ton su harcanmaktandır. Bir bütün olarak ele alındığında sanayi sektörü, dünya üzerinde tüketilen suyun dörtte birinden sorumludur. Ama sanayileşmiş ülkelerde toplam tüketimin % 50 -80'i sanayi sektöründen kaynaklanmaktadır. Üçüncü dünya ülkelerinde ise sanayi sektörünün tüketimi,

toplam miktarın % 10 - 30'u civarında gezmektedir (Postel 1993). Genel olarak dünya genelindeki su tüketiminin yaklaşık % 70’i tarımda, % 20-22’si sanayide, % 8-10’i de il ve ilçelerde kullanılmaktadır. Ülkeler su kaynaklarının sınırlarını zorladıkça, bu üç kullanım sektörünün rekabeti de yoğunlaşmaktadır. 1000 ton su tarımda kullanılırsa 200$ değerinde bir ton buğday üretebilmekte, sanayide 14.000$ üretim sağlayabilmektedir (Dünyanın Durumu Raporu 1999).

Sanayide su kullanım oranı, endüstrileşmiş ülkelerde, genel su tüketiminin %50-80’inine ulaşmıştır. Üçüncü dünya ülkelerinde bu oran %10–30 arasında değişmektedir (Postel 1993). Ancak suyun kıt bir kaynak haline gelmesi sonucu, alınan teknik önlemlerle, sanayide kullanılan su miktarı önemli ölçüde düşürülmüştür. Örneğin ABD’de, 1 ton çeltik için tüketilen 280 ton su miktarı, geri kazanma tekniği ile 14 tona düşürülmüştür. Aynı şekilde Almanya’da yeni tekniklerle kâğıt üretiminde harcanan suda % 99 oranında tasarruf sağlanabilmiştir (Postel 1993).

Belli başlı her alandaki su kullanımı (tarım, sanayi ve şehirler ) talep, gittikçe artmaktadır. 1950 senesinden beri üç mislinden fazla artan dünya su tüketimi, şu anda yılda 4,340 km3 Yalnız, bu rakam sadece akarsulardan, göllerden ve yeraltından alınarak tüketilen suyu kapsamaktadır. Bu miktar da, dünya üzerindeki yenilenebilecek suyun % 30'unun karşılığı olmaktadır. Fakat aslında hidroelektrik santralleri, balık çiftlikleri, doğal hayat ve çevre kirliliğini arıtmak için yararlanılan suyu da hesaba katarsak, bu seviyenin çok üstüne çıktığımızı görürüz. Hayat standartları artıkça, suya karşı olan talep nüfus artış hızından çok daha fazla olmaktadır. Senede kişi başına düşen 800 m3 miktar, 1950 yılından bu yana % 50 artmış ve artmaya devam etmektedir.

Ülkemizde su rezervi tahminleri Devlet Su İşleri (DSİ) ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü (EİEİ) tarafından açılan gözlem istasyonlarından elde edilen verilere göre yapılmaktadır. Bu amaçla, DSİ tarafından 1,114 nehir akım gözlem istasyonu, 120 göl seviye ölçüm istasyonu, 115 kar ölçüm istasyonunda ölçüm yapılmakta. EİEİ tarafından ise 297 akım gözlem istasyonu, 13 göl seviye ölçüm istasyonu, 50 kar gözlem istasyonunda debi, göl seviyesi, kar kalınlığı ve karın su eşdeğeri ölçümleri gerçekleştirilmektedir. (www.dsi.gov.tr). Elde edilen verilere göre, ülkemizin 2000 yılı itibarıyla su kaynakları potansiyeli ortalama 501 milyar m3/yıl olarak hesaplanmaktadır (DPT 2001). Bu miktarın oransal olarak % 55'lik kısmının (274 milyar m3) toprak ve su yüzeyinden buharlaşma ve bitkilerin terlemesi ile atmosfere geri döndüğü düşünülmektedir. % 14'lük bölümünün (69 milyar m3) yüzeyden meydana gelen sızmalar sonucunda yeraltı suyu rezervlerini beslediği; % 31'lik kısmının ise,

(158 milyar m3) yüzey akışına geçerek çeşitli büyüklüklerde akarsular aracılığı ile denizlere ve kapalı havzalardaki göllere boşaldığı kabul edilmektedir.

Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan verilere göre de, Türkiye'de en fazla su tüketiminin gerçekleştiği alan tarım sektörüdür. Yüzeysel su tüketim miktarına göre: sulama (% 82), içme- kullanma (% 10), sanayi (% 8) şeklindedir. Yeraltı suyunda; içme-kullanma (% 39), sulama (% 37), sanayi (% 24) olarak gerçekleşmiş bulunmaktadır (Türkiye Çevre Atlası, 2004).

2030 yılında sulama amaçlı su tüketiminin 72 milyar m3 (% 65), içme suyu amaçlı su tüketiminin 18 milyar m3 (% 15) ve sanayi sektöründe ise 22 milyar m3 (% 20) miktarına ulaşması hedeflenmektedir (www.dsi.gov.tr).

 

3. Su Döngüsü

Dünyanın ¾’ü sıvılarla kaplıdır. Su doğada katı (buz), sıvı (su) ve gaz (buhar) halinde bulunur. Su canlıların en önemli ve vazgeçilmez yapıtaşıdır.  Hücrenin büyük bir kısmı sudan oluşur. Canlılarda hücre ve dokun yapısının korunması ve devamı doğrudan doğruya suya bağlıdır. Canlı metabolizmasındaki her türlü biyokimyasal olayın oluşabilmesi için suya gereksinim vardır. Bugün kullandığımız suyun milyonlarca yıldır dünyada bulunduğu ve miktarını çok fazla değişmediği doğrudur. Dünyada su hareket eder, formu değişir, bitkiler ve hayvanlar tarafından kullanılır, fakat gerçekte asla yok olamaz.

Kullanılabilecek nitelikli su, aynı zamanda kullanılan atık su sürekli olarak su döngüsüne katılmaktadır. Suyun ısı kapasitesi ve buharlaşma ısısı sırası ile 15°C de 1 kal/gr/C° ve 580 kal/gr olup diğer cisimlere göre yüksektir. Bu yüzden yeryüzündeki su buharlaşma ve terleme ile en kurak iklimlerde bile su, buhar halinde atmosfere geçer. İşte dünyadaki suyun % 99’u yeryüzünde ve atmosferin 15 km kadar yukarısına ulaşan troposferde bulunur. Yeryüzünden aşağılara ise su yaklaşık 3 km, hatta bazen 8 km derinliklerde su bulunabilmektedir (Klötzli F1980).

Okyanuslardan her yıl 333.000 km³ su buharlaşmaktadır. Karaların yüzeyinden buharlaşan su miktarı ise 63.000 km³’tür. Örneğin, tropik yağmur ormanlarına yılda yaklaşık 10.000 mm üzerinde yağış düştüğü halde, çöllerin birçoğu 25 mm. altında yağış almaktadır (ABD Tarım Bakanlığı 1999).

Yeryüzündeki çeşitli su ortamlarından farklı mekanizmaların buharlaşan su, atmosferde yoğunlaşarak tekrar yeryüzüne döner. Suyun hal değiştirerek yaptığı bu devamlı dolaşıma “su döngüsü” veya “hidrolojik döngü” denir. Okyanuslar, denizler, karalar, bitkiler ve hava  arasındaki su alışverişi yeryüzünde yaşamın var olmasını sağlayan koşulları sürekli kılar. Yeryüzünden buharlaşan su yükselir, atmosferdeki miktarı yeterli düzeye eriştiği ve/veya soğuduğu zaman yoğunlaşarak önce bulut oluşur, sonra sıvı(yağmur) veya katı (kar, dolu, …vb.) olarak yeryüzüne döner. Eğer yağış, okyanus veya karların üzerindeki su kütleleri üzerinde olursa, buralara ulaşan su, döngü için hazırdır.

Yağış karlar üzerinde ise, yine yağış suyunun büyük bir kısmı karmaşık bir yoldan geçerek okyanuslara döner ve su döngüsünün ilk ayağının oluşturur.

Hidrolojik döngü, birbirini etkileyen bir seri karmaşık mekanizmalar zinciri sonucu oluşmaktadır. Örneğin; yağış sırasında suyun bir kısmı yere ulaşmadan buharlaşarak atmosfere geri dönektedir. Bir diğer kısmı bitkinin dal, gövde ve yaprakları tarafından yeryüzüne ulaşmadan tutulmakta bir diğer kısmı da toprağa inmektedir. Yağış sırasında doğrudan toprağa inen su ile bitkiler tarafından tutulan ve bir süre sonra toprağa damlama yolu ile verilen su, değişik yollardan yeraltına sızarak yeraltı suyunu oluşturur. Bu sun bir kısmı kaynaklarla yeryüzüne çıkmakta, arta kalanı yeraltı suyu ve gölcükler halin gelmektedir.

Değişmez bir kural olarak yeraltı suyu yavaş yavaş ve er-geç denize kavuşmaktadır. Yine kara üzerindeki bitkiler, kökleri aracılığıyla suyu gövdelerine, dallarına ve yapraklarına taşımakta, yapraklardaki gözenekler aracılığıyla da terleme (transprasyon) yoluyla atmosfer vermektedir. Atmosferde daima çok miktarda su buharı bulunmamasına rağmen, her zaman yağış olmamaktadır. Görülen yağışın nedeni, herhangi bir zamanda atmosfere verilen ve atmosferdeki mevcut su buharına göre önemsiz sayılabilecek miktardaki su buharıdır. Dolayısıyla su döngüsünün devamı için yeryüzünden buharlaşmanın devam etmesi gereklidir.

3.1. Su Döngüsünü Oluşturan Basamaklar

Su döngüsünde suyun hareket etmesini sağlayan beş değişik olay vardır:

3.1.1. Yoğunlaşma (kondansasyon),

3.1.2. Yağış (precipitation),

3.1.3. Toprağa geçiş (Infiltration) ve yeraltı sularının oluşumu,

3.1.4. Yüzeysel akıntı (Runoff) ve yüzey suları ile yeraltı sularının oluşumu,

3.1.5. Buharlaşma (Evapotranspiration)

3.1.1. Yoğunlaşma: Suyun buhar formundan sıvı formuna değişim sürecidir. Havadaki su buharı konveksiyon yardımıyla artar. Ilık-nemli hava yükselirken soğuk hava aşağı doğru hareket eder. Ilık hava yükseldikçe sıcaklığı azalıp enerjisini kaybettiğinden gaz halden sıvı veya katı (kar veya dolu) haline döner. Yoğunlaşmayı buzdolabından soğuk bir su şişesi aldığınızda ve oda ısısında bıraktığınızda şişe yüzeyinde açıkça görebilir, su şişesinin oda ısısında nasıl “terlediğini” rahatlıkla izleyebilirsiniz.

3.1.2. Yağış: Yağmur, sulusepken kar, kar veya dolu olarak bulutlardan salınan sudur. Atmosferde yoğunlaştığı, atmosferik hava akımında kalmasının zorlaştığı durumda su buharından sonra yağış meydana gelir.

3.1.3. Toprağa geçiş: Dünya yüzeyine erişen yağışların bir kısmı toprağa sızar ve yeraltı sularını meydana getirirler. Toprağa sızan su miktarı, toprağın eğimi, bitkilerin tipi ve miktarı, toprağın su ile doygun olup olmamasına bağlı olarak değişir. Yüzeyde büyük yarıklar, delikler bulunması, toprağa su geçişini kolaylaştırır.

3.1.4. Yüzeysel akıntı: Çok fazla yağış olduğunda, toprak suya doyar ve suyun fazlasını alamaz. Kalan su toprağın yüzeyinden akar. Suyun toprağa emilemeyen kısmı yüzey suları olarak isimlendirilir. Yüzeysel sular kar ve buzların erimesiyle de oluşabilir. Yüzey suları çaylara, derelere ve nehirlere akar. Yüzey suları daima daha alçak noktalara doğru taşınır, dolayısıyla okyanuslara karışır.

Yeraltı suları, Dünya yüzeyine erişen yağışların bir kısmı toprağa sızar ve yeraltı sularını meydana getirir. Yeraltı sularının bir bölümü derinde kapalı bir su katmanına ulaşır ve kullanılabilmeleri için yeryüzüne özel bir yöntemle çıkarılmaları gerekir. Yeraltı sularının diğer bir bölümü ise basınç etkisiyle üst toprak katmanlarına doğru hareket eder ve yeryüzüne ulaşır. Bu sulara kaynak suyu denir. Yeraltı suyu toprak katmanlarından geçerken temas ettiği yüzeydeki mineral vb maddeleri de yapısına alır. Bu maddeler suyun yararlı bileşenlerini (demir, magnezyum vb) oluşturabileceği gibi arsenik, nitrat, tarım ilacı kalıntıları gibi zehirli maddeler de olabilir. Toprak sarsıntıları, yağmur ve eriyen kar suları, bu zehirli maddelerin suya karışma riskini artırır. Bu nedenle suyun bileşimindeki değişikliklerin sürekli izlenmesi  ve güvenli hale getirilmesi için etkin filtrasyon yöntemleriyle arındırılması gereklidir.

3.1.5. Buharlaşma: Bitkilerin nemlenmesiyle ve toprağın buharlaşmasıyla oluşan sudur. Buharlaşma, atmosfere yeniden giren su buharıdır. Buharlaşma, buhar olarak atmosfer içinde artmaya başlayan su moleküllerinin neden olduğu güneş enerjisinin suyu ısıttığı durumda oluşur.

Görüldüğü gibi, gereksinmemiz olan suyun bize ulaşması için birçok süreç ile gerçekleşmektedir. Devamlılık temel esastır. Örneğin, Antarktika donmuş olduğundan buharlaşma oluşmaz (buzlar süblimleşme adı verilen bir oluşumla doğrudan su buharına dönüşür). Yine örneğin, Sahra Çölü çok kurak olduğundan yağış olmaz (su, yere düşmeden buharlaşma oluşur). Ancak döngü hep sürer. İşte bu nedenle her gün içtiğimiz su, dinozorlar dünyayı dolaştığında da aynı döngü içerisinde dünyamızda dolaşmaktaydı.

4. Suyun Kirliliği ve Risk Senaryoları

Evelerden, ticaret ve sanayi kuruluşlarından kaynaklanan kanalizasyon atıkları su kirlenmesine yol açan başlıca kaynaklardır. Genellikle kullanılan kanalizasyon sistemlerinde, atık sular yağmur suyundan ayrılmamaktadır. Bu yüzden toplam su miktarı sistemin kapasitesini aştığında atık suların büyük bölümü doğrudan akarsulara boşalan kanallara akar. Büyük kent bölgelerinde yağmur suyunu toplamak için ayrı sistemler ya da göletler yapılmasına yüksek maliyet yüzünden başvurulmamakta, bu da su kirlenmesini ciddi oranda artırmaktadır. Sudan yararlanan yan sanayi tesisleri de, bir dizi değişik etkisi olan kirleticilerin sulara karışmasına yol açar.

Sanayileşmenin hızla ilerlemesiyle, sanayi atıkları kanalizasyon atıklarını birkaç kat aşmıştır. Su kirliliğinde en önemli rolü oynayan sanayi dalları; kâğıt, kimya, petrol ve demir-çeliktir. Enerji santralleri de büyük miktarda atık ısının sulara karışmasına neden olur. Tarım ilaçları, böcek öldürücüler ve kimyasal gübreler de su kirlenmesinde önemli rol oynamakla birlikte bu tarım atıklarının etkileri, kentler ile çevrelerinde yoğunlaşmış yerleşişim birimlerinin atıkları ve sanayi atıkları kadar büyük boyutlarda değildir. Kentlerin dışında su kirlenmesine yol açan başak bir etken de çoğunlukla bırakılmış madenlerdeki asitlerin çevredeki akarsulara karışmasıdır. Günümüzde insanoğlu derin denizleri çöplük olarak kullanmaktadır. Tankerlerin

boyu ve hızı artıkça, yoğun deniz trafiği yüzünden kazalar sıklaşmakta dolayısıyla kirlenme tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Deniz dibinde bulunan madenlerin işletmeye açılması, petrol kuyularının çalıştırılması çeşitli bölgelerde yeni kirlenme sorunları ortaya çıkarmaktadır (Güney 2004).

Ülkemizde su kirliliğine etki eden unsurlar ise, sanayileşme, kentleşme, nüfus artışı, zirai mücadele ilaçları ve kimyasal gübreler olarak gruplandırılabilir.  Sanayinin çevre üzerindeki olumsuz etkisi diğer faktörlerden çok daha fazladır. Sanayi kuruluşlarının sıvı atıkları ile su kirliliğine ve dolaylı olarak da yine su kirliliğine bağlı, toprak ve bitki örtüsü üzerinde aşırı kirlenmelere neden olduğu ve doğa tahribine yol açtığı bilinmektedir. Ayrıca sanayileşme hareketleri ile kente göç olayı da başlamış ve bu durum yine hızlı ve düzensiz yapılaşmaya sebep olmaktadır. Zirai mücadele için kullanılan ilaçlamalarda havadaki ilaç zerrelerinin rüzgârla sulara taşınması veya pestisid üretimi yapan fabrika atıklarının durgun veya akarsulara boşaltılması sonucunda su kaynaklarımız pestisidlerle kirlenmektedir. Diğer yandan, kimyasal gübrelerin bilinçsizce ve aşırı kullanımı da zaman içinde toprağı çoraklaştırmakta ve yine doğal çevrim ile gerek su kirlenmesi ve gerekse diğer etkileri ile olumsuzluklar yaratmaktadır.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) tarafından açıklanan Dünya Su Gelişme Raporu'nda en kaliteli suyun Finlandiya'da olduğu bildirilmiştir. Tatlı su kaynakları ve özellikle yer altı sularının miktarı ve kalitesi, atık suların arıtma durumu gibi ölçütler değerlendirilerek oluşturulan listede ilk sıralarda Kanada, Yeni Zelanda gibi ülkeler yer alırken, Türkiye bu listenin 45. sırasında bulunmaktadır. Bu durumun başlıca nedenleri arasında,

* Kentsel atık suyun önemli bir bölümünün arıtılmadan veya kısmen arıtılarak yüzeysel sulara verilmesi;

* Tarımsal faaliyetlerde kullanılan gübre ve diğer kimyasalların sulama suyu geri dönüşleri ile yüzeysel sulara ve yeraltı suyu akiferlerine taşınması;

* Sanayi tesislerinden kaynaklanan atık suların kontrolsüz deşarjlar nedeniyle Yüzeysel sulara karışması;

* Erozyonun hızlanmasına neden olan ormansızlaşma sayılabilir.

Türkiye'de Sağlık Bakanlığı'nın su kalitesine yönelik yaptığı ölçümlerin sonuçlarına bakıldığında, örneğin 2002 yılı ölçüm değerlerine göre alınan örneklerin % 23'ünde mikrobiyolojik parametrelerin standartları aştığı, % 21'inde kimyasal kalite parametrelerinin yüksek bulunduğu ve % 10’unda fiziksel kalite parametrelerinin sınır değerlerin üzerinde olduğu belirtilmektedir (Çevre Operasyonel Programı, 2007).

Çin, Hindistan, İran, Meksika, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Suudi Arabistan ve Amerika Birleşik Devletleri’nin büyük bölümünde aşırı kullanım nedeniyle yeraltı su seviyesi düşlüyor. Amu Derya, Kolorado, Ganj, indus, Rio Grande ve Sarı Irmak gibi büyük nehirler de dahil olmak üzere birçok dere ve nehir yılın bazı dönemlerinde kuruyor ve Aral Gölü ve Çad Gölü gibi büyük iç göller küçülüyor.

Suyun arıtılmasında çok büyük rol oynayan nehir, göl gibi tatlı su alanları yaklaşık yarı yarıya küçülmüştür. Yerküremizdeki 10.000 tür tatlı su balığının en az % 20’si nesillerinin tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya ya da nesilleri çoktan tükendiği bir diğer gerçektir. İnsanoğlunun tatlı su sistemleri üzerindeki etkilerinin boyutları ve yayılması, nüfus ve tüketim artışıyla birlikte son 50 yıl içinde çok hızlı artış göstererek dünya genelindeki su talebi yaklaşık üç kat artmıştır. Büyük barajların (en az 15 metre yükseklikte olanların) sayısı 1950’de

5.000 iken günümüzde 45.000’e ulaşmıştır. Barajlarla ilgili fazladan sulanan araziler, üretilen enerjinin kilovat saati ve bundan yararlanan insanların sayıları hesaplanırken yok olan flora, fauna ve balık türlerine tehdit edilen su canlılarına, evlerinden ayrılmak zorunda kalan insanlara ya da büyük ölçekli su geriliminin yarattığı su tüketim modellerinin sürdürülebilirliğine hiç bakılmaması büyük bir eksikliktir..  Günümüzde gelişmekte olan dünyadaki her beş insandan biri (toplamda 1,1 milyar kişi) Birleşmiş Milletlerin kullanıcının evine en fazla 1 km mesafedeki bir kaynaktan kişi başına günde en az 20 litre su olarak tanımladığı güvenli içme suyuna makul sınırlar çerçevesinde ulaşamadıkları için hastalanma ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadır. 2000 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, temiz suya ulaşamayan insanların sayısını 2015 yılına dek yarı yarıya azaltmayı Milenyum Kalkınma Hedefleri’nden biri olarak kabul etti. Bundan iki yıl sonra da Johannesburg’da toplanan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde katılımcı ülkeler, yeterli sağlık koşullarına sahip olmayan insan sayısını 2015’e dek yarıya indirmeyi kararlaştırdılar. AB istatistiklerine göre beş ülke (Bangladeş, Comoros, Guatemala, İran ve Sri Lanka) 1990–2000 yılları arasında temiz suyu olmayan insan sayısını yarı yarıya azaltmayı başarmıştır. Fakat bu istatistikler, Bangladeş’in büyük bölümündeki yer altı kuyularında zehirli olacak düzeyde arsenik bulunmasını hesaba katarak hesaplanmamıştır. 2000 yılı rakamlarına göre dünyada “Temiz içme Suyu ve Yeterli Sağlık Koşulları Bulunmayan Toplulukların” oranları şöyledir: Afrika: %36 40; Asya: %19 53; Latin Amerika ve Karayipler: %13 22 (Postel ve Vickers 2004).

Su stresinin işaretlerini her yerde görmek mümkündür. Yeraltı sularının seviyeleri düşmekte, göller küçülmekte, sulak alanlar yok olmaktadır. Mühendisler nehir yataklarının yön değiştirmesi gibi hem çevreye zarar verecek hem de fevkalade pahalı çözümler önermektedir. Beijing, Yeni Delhi, Phoenix gibi su sıkıntısı çeken şehirlerde, aynı kısıtlı su kaynağını paylaşmak zorunda kalan şehirlilerle çiftçiler arasındaki rekabet gittikçe fazlalaşmaktadır. Orta Doğu' da yaşayanlar, su uğruna savaşmak olasılığını ülkelerini yönetenlerden gittikçe daha fazla duymaktadırlar.

Yeraltı sularının aşırı çekimi ve su yatakları boşalması artık dünyanın en önemli ekin üretim bölgelerinin pek çoğunda görülür. Bu yeraltı sularının kullanımını artırmanın sınırlarını işaret etmekten öte, dünyanın şu andaki gıda arzının bir kısmının, su yun sürdürülebilir olmayan bir şekilde kullanılmasıyla elde edildiğini ve dolayısıyla, uzun vadede güvenilir bir kaynak olmadığını göstermektedir. Bir su yatağından, yeniden dolma hızının üstünde bir hızla sonsuza dek su çekilmesi mümkün değildir. Taban suyu düzeyinin düşmesiyle birlikte kaynak, ya su çekiminin sürdürülemeyeceği denli maliyetli, ya daha da  derinlerden çekim yapılması nedeniyle ekinlerde kullanılamayacak denli tuzlu hale gelir, ya da tamamen tükenir (Brown 1996).

 

 

SONUÇ

Yeryüzünde ekosistemin ve canlı yaşamının vazgeçilmez bir öğesi olan su hakkında bilgi aktarımında dünyada eşit bir şekilde dağılmadığı göz önüne serilmelidir. Bu dağılımda var olan adaletsizlik son dönemlerde değeri her geçen gün artan suyun elde edilmesi konusunda insanları gerek var olan suyun korunması ve tasarruflu kullanılması gerekse artıma sistemleriyle geri dönüşüm yapılması konusunda harekete geçirmektedir. Bunun yegâne yoluysa eğitimden geçmektedir. Dünyanın çoğu bölgesinde temiz içme suyu kaynakları zaten yetersizken bu oran atmosferde meydana gelen değişmeler, nüfusta meydana gelen artış, su kaynaklarının yanlış kullanımı devletlerin su kullanımıyla ilgili uygun ve önlem alıcı politikalar geliştirmemeleri nedeniyle çok önemli bir sorun haline gelmiş olması suya önem verilip su eğitimine ve tasarruf alışkanlıklarının kazandırılmasına yönelik eğitim kaçınılmaz bir zorunluluktur.

KAYNAKÇA

1. Brooks, F. 1999, (Çeviren: Deniz Öztürk) Denizler Ve Okyanuslar.

Tubitak, Sf:16

2. Brown, L. 1996, Dünyanın Durumu. Tema Yay. Anakara

3. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Haritalı İstatistik Bülteni 1999 Verileri,

2001

4. Doğada Su, National Geographic, Mayıs 2007, Tarihten Sayfalar, S.164

Issn 1302–8464

5. Dpt.2001, Öik: 571, 2001.Su Havzaları, Kullanımı Ve Yönetimi. Özel

İhtisas Komisyonu Raporu. Ankara

6. Eren, C, Eden, H. 1999, Fen Bilgisi 7. Sınıf Ders Kitabı, Çevre Yayıncılık,

Sf:86.87.88. İstanbul

 

 

7. Güney, E. 2004. Çevre Sorunları. Nobel Yayınları. Ankara

8. Gürpınar, E. 1998. Çevre Sorunları. Der Yayıncılık. İstanbul

9. Kışlalıoğlu, M. Ve Berkes, F. 1990, Çevre Ve Ekoloji, Revzi Kitap Evi

Sf:156.177.178.179.180.181.182.183.184.185

10. Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği, 4.9.1998 Tarih Ve 19919 Sayılı Resmi

Gazete

11. Klötzli, F. 1980. Umwelt Und Wir. Hallweg Verlag, Bern-Stuttgart

12. Meydan Larousse 1985 S 585

13. Postel, S. 1993. Susuzluk Sorunu. Dünyanın Durumu Raporu. Tema

Yayınları. No:4, İstanbul

14. Postel, S Ve Vickers, A. 2004. Su Verimliliğini Artırmak Dünyanın

Durumu. Tema Vakfı Yayınları. İstanbul

15. Sampat, P. 2001. Yer Altı Sularının Kirlenmesi. Dünyanın Durumu

Raporu, Tema Yayınları. No:35, İstanbul

16. Saydan, B, Başak, H, Ve Soyda, H. 1994, Fen Bilgisi 7 Ders Kitabı, Serhat

Yayınları, Sf:66,68

17. Shiklomanov, I. A. Ve Rodda, J. C. (2003): World Water Resources At The

Beginning Of The 21st Century. Cambridge, Uk, Cambridge Universit

Press.

18. Spurgean, R. 1999, (Çeviri: Deniz Yurtören) Ekoloji. Tubitak,

Sf:10.12.26.27.34

19. Yıldız, K, Sipahioğlu, Ş. Ve Yılmaz, M. 2000, Çevre Bilimi, Gündüz

Eğitim Yayıncılık, Sf:57,58

20. 1997.Çevre Sorunları, Nedenler, Çözümler Ve Egemen Narksist Anlayışın

İlettikleri Üzerine, Sf: 16.18.19. Ankara

21. www.bilkent.edu.tr/~tcan/su-dongusu.htm.3k, 15 kasım 2004

22. www.dsi.gov.tr

23. www.med.edu.tr/egitim/dönem5/halksağliği/ekolojidengesaycan.doc.(4

Kasım 2004), 15 Kasım 2004